Sevgili okuyucularım
Türk destanları yazılarımda bu hafta sizlere Sarıkamış destanından bahsedeceğim. Osmanlı İmparatorluğu 2 Ağustos 1914 yılında Seferberlik ilan ettiği haberi duyulunca Kars, Kağızman ve Artvin halkı, kurtuluş günlerinin yaklaştığı sevincine kapılmışlardı. Osmanlı Devleti artık Almanlarla beraberdi ve Ruslarla savaşmakta olan Almanlar kısa zamanda Rusya’yı yere sereceklerdi. Ruslara esir olan Türkler gece gündüz dilek duasına koyulmuşlardı. Erzurum’daki Üçüncü Ordunun da Kars üzerine yürüyüp kendilerini kurtaracaklarını umuyorlardı.
Erzurum’da ise halk Seferberlik haberini bayram havası içinde kabul etmişti. Meydanlarda davul-zurnalar çalınıyor askerlik çağına gelenleri coşturuyorlardı. “ Kars… Ah Kars! Ah Kars…” diye diye memleket hasreti içinde can veren dedelerinden, ninelerinden duyup işittikleri ata yurtları “Kars’ın kurtuluş günü geldiğine seviniyorlardı.
Anadolu’da ise çarıklarını çekerek dört bir yandan Seferberliğe koşan Anadolu çocukları, Balkan Savaşının mağlubiyetinin yüzkarasını silme gününün geldiğine inancı içindeydiler.
Vardıkları kışlalarda ellerine verilen beylik silahları öpüp alınlarına götürüyor, akşam verilen ders saatlerinde Türk subaylarının atalarımızın şanlı savaşlarını, bu topraklar uğruna dökülen kanları, milli heyecanları dile getirip anlatırken komutanlarını dinleyen genç Mehmetçikler ağlıyorlardı.
29 Ekim 1914 günü iki Alman Zırhlısının Karadeniz’de Rus Donanmasına saldırması üzerine Ruslar, haber bile vermeden Iğdır’dan Beyazıd’a, Kasım ayı başında da Sarıkamış’tan Pasinlere saldırıya geçmişlerdi. Büyüklerimizin anlatımı ve tarih sayfalarına yazılan, hala her yıl andığımız ve her andığımızda tüylerimizi diken diken eden Sarıkamış felaketi bu günlere rastlamaktadır. Sırf ün alma uğruna Enver Paşa’nın verdiği bir kararla daha savaşın ilk yılında Osmanlı İmparatorluğuna çok pahalıya mal olmuştu. Sarıkamış’ta alınan yenilgi Anadolu’ya yayılınca bu yenilginin maddi ve manevi etkisi bütün cephelerde duyuluyordu.
Üçüncü Ordunun, olayların gelişmesini ve kışın geçmesini bekleme kararı vermesi üzerine İstanbul’dan kalkıp gelen genç Harbiye Nazırı ( Milli Savunma Vekili ) ve Başkomutan vekili Enver Paşa, kış bütün şiddetiyle bastırdığı halde bir çevirme harekâtına girişti.
Soğanlı ve Allahüekber Dağlarını aşan Kolordularımız Sarıkamış’a girmiş ve düşmanı paniğe uğratmışken şimdi tam tersi oluyordu… Bir Kazak Tugayı, yaptıkları bir baskınla Ardahan’ı aldıktan sonra Türk köylerine kıyıma başlamışlardı. Ruslarda Kars ilimizde 40 bin Türk’ü çocuk, kadın, ihtiyar demeden canavarca kılıçtan geçirerek mallarını yağma etmişlerdi…
Enver Paşanın “SARIKAMIŞ” cakası vatana bazı kaynaklara göre 137.000 kurbana mal olmuştu.
Erzurum’da Seferberlik kurdular
Sarıkamış’a hücum etti ordular
Tipi, boran, şarapnelle kırdılar
Ağlama kısmetse gelirim, ana
Canım kurban olsun aziz vatana
Sarıkamış Dağları yana devrilir
Askerin üstüne kurşun savrulur
Nice anaların bağrı kavrulur
Ağlama kısmetse gelirim, ana
Canım kurban olsun aziz vatana
Sağ cenahta kaldı Hünkerin Düzü
Esti sazak yeli üşüttü bizi
İkindi de teslim aldık Barduz’u
Ağlama kısmetse gelirim, ana
Canım kurban olsun aziz vatana
Buna derler Allahüekber’in dağı
Eritti askeri kalmadı yağı
Seçti çürüğünü, ayırdı sağı
Ağlama kısmetse gelirim, ana
Canım kurban olsun aziz vatana
Allahüekber’den asker söküldü
Moskof’un başına odlar yakıldı
Generaller kaçtı, Kars’a sokuldu
Ağlama kısmetse gelirim, ana
Canım kurban olsun aziz vatana
Enver Paşa da Sarıkamış’a girdi
Ol mevlam, Moskof’a fırsat verdi
Bastı, şarapnelle askeri kırdı
Ağlama kısmetse gelirim, ana
Canım kurban olsun aziz vatana
Sarıkamış’ta son gece…
Rus Yüzbaşı Nikolay sabah erkenden kalkmış askerlerine kahvaltı yaptırdıktan sonra aldığı emir gereği emrindeki bölük askerleriyle istasyona doğru yola çıkmıştı. Dün gecenin çok soğuk olduğunu, gece nöbet tutan askerlerden üçünün gece soğuktan donarak öldüklerini sabah kendisine söylemişlerdi. Her yer donduğundan yolda yürümenin dahi zor olduğunu, sürekli askerlerin ayakları kaydıklarından dolayı kıç üstü düşünce acılar içinde kıvranarak kalkıp yürümeye çalıştıklarını görüyordu.
Ne ayaklarındaki içi yünlü botlar, ne de yün paltoları askerleri soğuktan koruyamıyordu. Askerler bu soğukta yürümek zorunda kaldıkları için içlerinden küfürler savuruyorlardı.
İstasyona doğru tren yolu boyunca ilerleyen Rus bölüğünün öncüleri bir tepenin yanından geçerken arkadan gelenlere sessiz olmalarını işaret edince geriden gelen askerler hemen durmuştu. Yüzbaşı Nikolay hemen öncülerin yanına yaklaşarak dürbünüyle bakınca, tepenin üstünde mevzilenmiş tüfeklerin kendilerine doğrultulmuş Türk askerlerini görüyordu…
Askerlerine saklanıp siper almalarını söyleyerek herkes askerlerin tüfeklerinden çıkacak ateşi bekliyordu. Rus askerleri heyecanlanmıştı… Tepede kaç Türk askeri vardı… Makineli Tüfekleri var mıydı? Yüzbaşı Nikolay bunları tam kestiremediğinden dolayı ateş emrini veremiyordu… Karşı taraf neden ateş açmıyordu… Aradan biraz zaman geçmesine rağmen neden hala ateş açılmıyordu, kendilerini görmemeleri imkânsızdı. Çok net bir şekilde kendilerini görmüş olmaları gerekiyordu. Ortada garip durum olduğunu çevreyi dürbünle izlerken düşünüyordu.
Askerler nişan almış ateş emrini beklerken Yüzbaşı Nikolay “bekleyin “ işaretini verince düşünüyordu. “ Havanın soğukluğundan herkesin ağzından çıkan hava hemen buharlaşıyordu ama karşılarında duran askerlerin hiçbirinin ağzından buhar çıkmıyordu… Hiç birisinde hareket belirtisi görünmüyordu. Askerlerin soğuktan donmuş olacaklarını düşünmeye başladı… Evet, askerler donmuştu. Yanındaki askerlere yine de ihtiyatı elden bırakmamalarını, ateş etmeye hazır şekilde hareket ederek tepeye çıktılar
Tepeye çıkınca donup kaldılar… Tepenin üstünde gözetleme yapan dört asker tüfekleri ellerinde kalpakları ve kaputları tipinin savurduğu kar tanecikleriyle beyaz bir örtüye bürünmüş vaziyette son nefeslerini vermişlerdi… Arkada ise sönmüş ve üstü kar dolmuş ateşlerin yanında birbirine sokulmuş öylece hareketsiz şekilde üçer beşer askerler yatıyordu.
Biraz daha ileride ağaçların dallarına çıkıp sırtlarını ağaçların gövdesine dayamış donmuş askerler vardı. Rus bölüğünün tamamı tepeye varmış yürekleri parçalayan manzaraya hüzünle bakıyorlardı…
Enver Paşa 13 Aralık’ta Alman Bronzard Paşa ile birlikte 3. Ordu Karargâhı’nın bulunduğu Erzurum gelip 15 Aralık'ta Sarıkamış Harekâtı için bir toplantı yaptı. O toplantıda Hasan İzzet Paşa, Enver Paşa'nın gözlerinin içine bakarak şunları söylemişti;
- 3. Ordu, Sarıkamış'ta Ruslara karşı bir harekâta hazır değildir. Ordu zayıftır, eksikleri çoktur. Yiyeceği yoktur. Askerlerin çoğu yazlık elbiselidir. Her yer karla kaplıdır. Soğuk sıfırın altında 40 dereceyi buluyor. Askeri mahvederiz.
Enver Paşa öfkeyle;
- Köprüköy ve Azap'ta Rusları yenenler bu askerler değil mi? Kimse giyeceğimiz, yiyeceğimiz yok demiyor! Hepsi “saldıralım” diyor. İşte buradaki herkes “saldıralım'” demiyor mu?
Devamı haftaya…
Kaynak: Sinan Meydan, Alaaddin Oğuzalp :K.Zeki Gencosman
Şiir: Oltulu Fahri Erkeleç