Ne zor günlerden geçiyoruz değil mi!
Kazalar, afetler, ihmaller ve ne yazık ki ölümler. Hepimiz de bir silkelenme hali olması gerekirken daha çok öfkeleniyor, suçlu arıyor ve kızarak yetiniyoruz. Doğa çoktan devreye girdi bile. Bizim kendimize ve ona ettiğimize olan tepkisini kusuyor!
İnsanın farkında olmadığı cennetine artık doğa el atıyor. Kadınlar, çocuklar, masumlar ölüyor derken artık dünya ölüyor! Hırs, intikam, nefis bizim bir türlü insan olmayı öğretemediğimiz kendimize bedellerini ağır ödetiyor!
Ateş kapımıza düşmedikçe yanmıyoruz gerçekten ve unutuyoruz erkenden. Akıllanmıyor ve barışıp sevmiyoruz da birbirimizi. Vaktimiz daralıyor ama biz ölmeyecek gibi yaşıyoruz. Acı kayıplarımız için başımız sağolsun diyebiliyoruz sadece.
Peki sağ mı Oluyoruz gerçekten? Yoksa hergün azar azar ölüyor öldürüyor muyuz kendimizi! İhmallerimiz ve düşüncesizliklerimizle her gün daha fazla ölüyoruz aslında. Hayatlar yakıyoruz ve yakılmış hayatlar yaşıyoruz. Kendi ellerimizle kirlettiğimiz bu dünya da kirlenmemiş değerler arıyor bulamıyoruz, bulamayışımızın acısı ve hayal kırıklığıyla tükeniyoruz!
Bir yazı okumuştum Cezmi Ersöz'den. "Kutuplar da ayı avcıları ayıları tüfekle öldürmezlermiş, postuna zarar gelmesin diye. Keskin baltayı buz gibi kara gömüp üzerine de biraz kan sürerlermiş. Ayı kan kokusuna gelir baltayı farketmeden yalamaya başlarmış ve yaladıkça dili kesilir soğuktan anlamazmış acısını.
Sonra kendi kanını yalamaya başlar ve kendi kanını içerek ölürmüş."
Ne çok şeyin özeti değil mi!
Bu bana şunu anlattı ki; kendimizi tüketen de yok eden de biziz!
Peki ya size ne anlattı?